“Gitme” dedi genç kadın. Parça parça oldu her harf, toparlanamadan daha, dağıldılar etrafa. Sustu adam. Nefesi havada dağıldı.Harfler kimliklerinden oldu. Kimlik yoktu, kimse sen kimsin dememişti bir diğerine. Kelimelerde onlara uydu, dağıldılar etrafa. Şahit olmak istememişlerdi olanlara. Görülmemesi, duyulmaması, hatırlanmaması ama hiç unutulmaması gereken bir ana tanıklık etmişlerdi; istemeseler de.
Kan, balgam, safra ve sevda vardı odanın her köşesinde. Her şey inkar edilebilir ve ispat edilebilirdi.
Harfler birleşip inkara kalkışmadılar.
Kan, balgam,safra ve sevda oturdular bir köşeye, hiçbir şeyi ispata kalkışmadılar.
Herkes bir köşe bulmuş kendine, sinmişti iyice. Biri çıksa kazara yerinden, kendini belli etse, diğeri önüne geçmek isteyecek, harfler bir daha bir araya gelemeyecekti.
Kadın çıktı odadan, adam ardından. Harfler, kan,balgam, safra ve sevda kaldılar bir arada. Eşitlik yoktu burada; her biri bir yönüyle daha kederliydi şu anda.
Harfler avutmak istedi; kanı, balgamı, safrayı, sevdayı. Kana bulandılar, balgama yapıştılar, safraya karıştılar, sevdaya battılar. “Balgamί”, “Demevί”, “Safravί”, ”SevdavîMelankolik” oldular. Olduklarında, odadan çıktılar; genç kadın ve adamı aramaya koyuldular. Hiçbiri birbirini bırakmak istemediğinden hepsi bir parçasını diğerinde bıraktı; bir tek SevdavîMelankolik ikiye böldü kendini. Ve bir gün karşılaşırlarsa tanımak üzere isimler verdiler birbirlerine; mûcίze oldu dişil, rûya oldu erkil. Harfler dost muydu, düşman mıydı anlayamadılar; birliktelikleri güzel, anlamları imkansızdı.
Yola çıktılar. Kadını buldular. Adamı buldular. Yanlarında durdular. Dinmelerini beklediler, dindiklerinde içlerindeki boşluklara yerleşeceklerdi.
Kadının içi dalgalandı. Adamın içi dalgalandı. Dinmediler.
Vazgeçtiler; Mûcίze Rûya’yı, Rûya Mûcίze’yi aradı. Her yer karanlıktı, birbirlerini bulamadılar. Geri döndüler, bir ümit dinmişlerdir belki, dediler. Şaşırdılar; kadında adamda içlerinde yer açmıştı onlara. Sığındılar. Sığınıp sustular. Harfler çok uzaklarda kalmış, yanlarında gelmemişti; hem söylenecek bir şey yoktu ki. Fakat bir süre sonra suskunluktan sağır oldular, ancak çığlıklarla açıldılar. Çığlıkları duyduklarında, harfleri gördüler;cirit atıyorlardı ortalıkta. Hiçbirini tutup yakalayamadılar.
Demevί kaynamaya başladı, SevdavîMelankolik’i hayata döndürmeye çabaladı. Olmadı.
Safravί geldi, buladı kendini , SevdavîMelankolik’e. “Kalk” dedi, “gidelim, acı çekiyorsun”. Kalkmadı.
Balgamί geldi, dalgalandırdı etrafı. “Rahatsız olur kaçar belki” dedi. SevdavîMelankolik kaçmadı.
Zaman geçti. Her biri içindeki “ben”i kaybetmeye yüz tuttu. Eskisi gibi olamazlardı ama, benliklerini kaybetmeleri, ölmeleri demekti. SevdavîMelankolik’in iki parçası da diğerini düşündü aynı anda, içleri sızladı. Yǎd ettiler yaşananları, hissettirmeden diğer parçalarına ağladılar, hatırlayıp güldüler. Önce “İyiki”ler, sonra “keşke”ler çektiler tespihlerde. Günler geceler geçti. Vakit bu vakitti.
Gülümsedi SevdavîMelankolik Mûcίze “kalkın” dedi, “bakın mûcίze bitti, rûya sona erdi”.
Gülümsedi SevdavîMelankolik Rûya “kalkın” dedi, “bakın rûya bitti, mûcίze sona erdi".
Ay Kadını’08
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder