20 Mart 2009 Cuma

İZAFİYET

İkiye ayrılan bir çekirdek vardı hani, adaletsizce. Adaletsizce, çünkü ikiye ayrılmak çoğu zaman iki eşit parçaya bölünmek demek değildi.

...Ve diğerinden biraz daha büyük olan parça, kendisinden ayrıldığını düşündüğü, daha küçük parçaya baktı ve artık biraz daha eksik olacağına üzülüp, küçük parçaya acıdı. Döndü çember, dünya değildi dönen, zamanın ta kendisiydi.

Halbuki dünya küçüktü, hayatsa kısa ve yanılgılar ile doluydu dünya. Hayatı dolduran zaman, dünyanın içinde geçiyordu ya, aslında ekvatordan basık kutuplardan şişkin olan, dünya değil, zamandı. Başı ve sonu basık, ortası sınırsız gelirdi insana. Her insan bir zaman olduğundan da içinden çıkılamayan sarmalda izafi denilmişti, bizi ölçmek için koydukları araca.

Hem izafiydik hem sonsuz. Halbuki ne kadar da kolaydı O’nun düşüncesini anlamak. Tahminler yürütmek. Biz sonsuzduk ve anlaşılabilir, O sonlu idi ve izafi.

Adalet iki ucu keskin bir bıçak ne yanı tutsak eller kan olacak; ya Biz’in kanı bulaşacak bıçağa ya O’nun kanı ellerimize. Bu sebeptendir ki her bölünme adaletsiz sayılacak; sinsice bir sevinçle. Oysa koza nasıl üzülürse çatladığında ölecek diye, içinden çıkanı bilmezse ve tırtıl ne denli çirkinse kelebeğin güzelliğine inat; öyle adaletlidir bu izafi dünyada hayat.

Ay Kadını, Mart'09