15 Aralık 2008 Pazartesi

PERİ

...Ve geceydi
Tılsım duyuldu ilk başta
Görüntüden ziyâdeydi
Ürperdi Peri

Sonra
Korktu tılsımdan
Kaçtı aydınlıktan
Geceye sığındı
Ama ışığa aç-tı

Ay Kadını'07

SUSTUM

Sustum,
İçime bağırıp, dışarı sustum.
İçimdeki tahammülsüzleştikçe dışımdakinin sabrı artırıyordu sanki. Yalanları gördükçe yalan söylüyordum kendime “yanlış görüyorsun” diye.

Sustum,
Gideceğini biliyordum ama inanmıyordum. Suskunluğumdan ”gitme” diyebildim yalnızca, tam da gitmesi gereken vakitti aslında.

Sustum,
Sustukça gözlerim mi açılıyordu? Birileri nereye kadar susabilecek deyip sabrımı mı deniyordu? Bilinmez. Ama ben sustum. Gök gürüldediğinde bacaklarını karnına çekip bağırmak isterken susan bir çocuğun susuşuydu ciğerlerimdeki.

İçime bağırdım
Dışarı sustum
Suskunluğumdan kulaklarını tıkamak zorunda kaldılar.
Gök gürüldedi, ben sustum.
Suskunluğumun yırtıcı sesinden kulaklarını tıkadılar.
Ben sustum.
Ağzımdan bir avuç kan boşaldı.
Ne oldu dediler? Yalandan.
Güldüm.
Kanı gerisin geri yuttum.
Sustum.

Ay Kadını'07

VAKİT BU VAKİTTİ

“Gitme” dedi genç kadın. Parça parça oldu her harf, toparlanamadan daha, dağıldılar etrafa. Sustu adam. Nefesi havada dağıldı.Harfler kimliklerinden oldu. Kimlik yoktu, kimse sen kimsin dememişti bir diğerine. Kelimelerde onlara uydu, dağıldılar etrafa. Şahit olmak istememişlerdi olanlara. Görülmemesi, duyulmaması, hatırlanmaması ama hiç unutulmaması gereken bir ana tanıklık etmişlerdi; istemeseler de.

Kan, balgam, safra ve sevda vardı odanın her köşesinde. Her şey inkar edilebilir ve ispat edilebilirdi.

Harfler birleşip inkara kalkışmadılar.

Kan, balgam,safra ve sevda oturdular bir köşeye, hiçbir şeyi ispata kalkışmadılar.

Herkes bir köşe bulmuş kendine, sinmişti iyice. Biri çıksa kazara yerinden, kendini belli etse, diğeri önüne geçmek isteyecek, harfler bir daha bir araya gelemeyecekti.
Kadın çıktı odadan, adam ardından. Harfler, kan,balgam, safra ve sevda kaldılar bir arada. Eşitlik yoktu burada; her biri bir yönüyle daha kederliydi şu anda.

Harfler avutmak istedi; kanı, balgamı, safrayı, sevdayı. Kana bulandılar, balgama yapıştılar, safraya karıştılar, sevdaya battılar. “Balgamί”, “Demevί”, “Safravί”, ”SevdavîMelankolik” oldular. Olduklarında, odadan çıktılar; genç kadın ve adamı aramaya koyuldular. Hiçbiri birbirini bırakmak istemediğinden hepsi bir parçasını diğerinde bıraktı; bir tek SevdavîMelankolik ikiye böldü kendini. Ve bir gün karşılaşırlarsa tanımak üzere isimler verdiler birbirlerine; mûcίze oldu dişil, rûya oldu erkil. Harfler dost muydu, düşman mıydı anlayamadılar; birliktelikleri güzel, anlamları imkansızdı.

Yola çıktılar. Kadını buldular. Adamı buldular. Yanlarında durdular. Dinmelerini beklediler, dindiklerinde içlerindeki boşluklara yerleşeceklerdi.
Kadının içi dalgalandı. Adamın içi dalgalandı. Dinmediler.

Vazgeçtiler; Mûcίze Rûya’yı, Rûya Mûcίze’yi aradı. Her yer karanlıktı, birbirlerini bulamadılar. Geri döndüler, bir ümit dinmişlerdir belki, dediler. Şaşırdılar; kadında adamda içlerinde yer açmıştı onlara. Sığındılar. Sığınıp sustular. Harfler çok uzaklarda kalmış, yanlarında gelmemişti; hem söylenecek bir şey yoktu ki. Fakat bir süre sonra suskunluktan sağır oldular, ancak çığlıklarla açıldılar. Çığlıkları duyduklarında, harfleri gördüler;cirit atıyorlardı ortalıkta. Hiçbirini tutup yakalayamadılar.

Demevί kaynamaya başladı, SevdavîMelankolik’i hayata döndürmeye çabaladı. Olmadı.

Safravί geldi, buladı kendini , SevdavîMelankolik’e. “Kalk” dedi, “gidelim, acı çekiyorsun”. Kalkmadı.

Balgamί geldi, dalgalandırdı etrafı. “Rahatsız olur kaçar belki” dedi. SevdavîMelankolik kaçmadı.

Zaman geçti. Her biri içindeki “ben”i kaybetmeye yüz tuttu. Eskisi gibi olamazlardı ama, benliklerini kaybetmeleri, ölmeleri demekti. SevdavîMelankolik’in iki parçası da diğerini düşündü aynı anda, içleri sızladı. Yǎd ettiler yaşananları, hissettirmeden diğer parçalarına ağladılar, hatırlayıp güldüler. Önce “İyiki”ler, sonra “keşke”ler çektiler tespihlerde. Günler geceler geçti. Vakit bu vakitti.

Gülümsedi SevdavîMelankolik Mûcίze “kalkın” dedi, “bakın mûcίze bitti, rûya sona erdi”.

Gülümsedi SevdavîMelankolik Rûya “kalkın” dedi, “bakın rûya bitti, mûcίze sona erdi".

Ay Kadını’08

YAŞADIĞIMAMI İNANSAM? İNANDIĞIMI MI YAŞASAM?

Olması gerekenlerle olanları ayırt edemedin mi, ötesi yok!
Dünya olması gerekene giderken, olanın üzerinde dönüyor ve biz ya yaşadıklarımıza inanmak zorunda kalıyoruz ya da inandıklarımızın hayaliyle etrafta dolanıyoruz.
Ne inandıklarımızı yaşayabiliyoruz sonunda, ne de yaşadıklarımıza inanabiliyoruz...

Ay Kadını'04

KEFEN

Yüzünü siyah-beyaz fotoğraflardan hatırladığım
Eski İstanbul sokaklarında beraber kuşlara yem attığım
Garip bir adam öldü yirminci yüzyılda
Cesedini şeytan yıkadı
Kefenini ben giydirdim ruhuna

Ay Kadını'04

NASIL ANLATIRDINIZ BANA ROLÜMÜ?

Tutmuyor ayaklarım. Ruhum öyle hızlı ilerliyor ki bedenimin gücü kalmadı ona yetişecek. Küçük tansiyonum hep düşük, kalbimi zayıflatıyormuş hesapta; bana dayandığına göre hala, bence dimdik ayakta!

Rehberdeki isimlerin çoğunu hatırlamıyorum. Geçmişe dair bildiklerim, silik birkaç sayfa replikten ve soluk birkaç fotoğraftan ibaret.

Çok gencim bu şikâyetler için değil mi? Neye göre gencim? Mezar taşının üzerine yazacakları sayıya göre mi? Ya ben her gündüzü ve geceyi ayrı birer gün olarak yaşadıysam ve belki de hiç kimsenin düşünmediği kadar çok düşündüysem, ekvator çizgisinin “güya” ikiye böldüğü bu küreyi! Ya hepinizden fazla ciddiye alıyorsam, bu akıl almaz senaryoyu.

Senariste sözü geçmeyen oyuncu gibi, bazen çok iyi bazen çok kötü oynamaya çalışıp rolümü; senaryoyu protesto ediyorsam!

Kaybedecek rolüm, ya hayatsa senariste kızdığımda...

Her sahnenin başrol oyuncusu farklıysa ve bu nedenle yalnız senarist anlıyorsa bu büyük komployu! Her oyuncu her sahnenin başrol oyuncusu olmak isterken, nasıl anlatırdınız bana rolümü?

Ay Kadını'04

13 Aralık 2008 Cumartesi

YAZGI(DAŞI)M’a

Tarih tekerrür eder mi? Ederse nasıl? Zaman mıdır tekrarlanan, yaşamlar mı yoksa geriye sarılan? Tekerrürü sevdiğinden mi tarih analarının yazılarını bir de kızlarına yazar?

Zaman zaman içine geçer masallarda ve her masal birbirinin çarpıtılmışıdır aslında. Masallar çarpıtıla dursun tekerrür boşluğunda, yaşamlar iç içe halkalar olsun geri sarılmış metrajlarda. Zaman kavuşamadığından istediği ana, tekerrür eder durur yaşamları aslında; "belki bu sefer yakalarım o anı" ümidiyle. Ve analarının yazılarını bir de kızlarına yazar, ki gerilerde bir yerlerde mutlu olma ihtimalini görsün diye. İçinden çıkılmaz bir sarmal yapar sonunda. Beklemedikleriyle karşılaştıkça beklediklerini unuttuğundan kaçırır o anı, her seferinde. Sonra bir daha, bir daha yazar... Yazarken değişir tarihler, yerler, isimler. Ama ortak yazarken yazılarını ne zaman anneyi ne zaman kızını yazdığını unuttuğundan belki de öyle bir bağlarki bu iki insanı birbirine tarihlerde karışır o zaman, yerlerde, isimlerde...

Ve birbirine bakar iki insan, çift taraflı bir aynanın iki yanından.

Kızlar bacaklarının arasında çocuklar taşıdıkça, geçer kaderleri ondan ona yıllanmış bir hatıra gibi. Ayrılması yaşam tehlikesi içeren zamanlar geçirilir aynı bedende ve içindeki büyüdükçe yakınlaşırken doğacak yazgıdaşına, uzaklaşırsın yazgısını aldığına.

Zaman ayırmaya çalışırken masalları beceriksizce, alır birini yazgıdan dışarı...

Aynı yazgının dışına çıkmadan, sarılmak lazım aynalara şimdi, doğmayacak çocuklar pahasına bile olsa...

Ay Kadını'06 (2006 Anneler Günü, Annem'e)

DÜŞMEK

Çığlıkla sıkılırken avuçlarım,
Kasıklarım kanarken puslu bir ay karanlığında,
Dişlerimin arasında sıktım
Tüm inançları, söylenmiş tüm sözleri, tüm öğütleri
Dişledim bir bir
Kanarken gözlerim.

Ve açamazken ağzımı tek bir söz söyleyebilmek için,
Harcadım hayatımın kalanını,
Koca bir kalabalığın sesleri arasında.

Olmamışlıklar akarken bacaklarımdan,
Varlığımı boğuyordu yaşlı bir kadının inandırılmışlıkları.
Ve ben, başım dünyadan aşağı sarkmış
Yatıyordum mavi bir çarşafın üzerinde.
Bir bulut geçti gözlerimden,
Kaldıramazsam başımı,
Düşecektim dünyadan aşağı.


Ay Kadını'08