İş görüşmelerinde, tanışmalarda "kendimizden bahsettiğimizde" hangimizden bahsederiz? İçimizdeki hangi "kim" dir, yaramazlıkları yapan, başarıları elde eden, kızan, hırslanan,aşık olan? Ben de bilmiyorum cevaplarını…
Bir Çernobil Eylül'ü doğmuşum, bu nedenle doktorum, ne zaman şikayet edecek olsam, "siz Çernobil çocuğunuz sizin metabolizmanız normal tepkiler vermeyebilir" der, gayet ciddidir bu konuda ve çok da normal olmadığım konusunda.
Her daim yaramaz bir çocukluğun ardından, kimsenin ummadığı bir şekilde başarılarım olmuş, kendi çapımda, ki hiçbir zaman yetinmememe neden olan da buymuş sanırım. Beklenmeyeni yapmak ve her şeyi kendi yapma isteği.
İlkokulun ilk günü babasını okuldan kovan, hiç durmadan konuşan ve soruları ile herkesi çıldırtan bir çocukluğun ardından, birdenbire büyüyen bir kız çocuğu olmuşum, erkek gibi tabir edileninden. En büyük hayalim MIT’e girmekmiş sanırım; büyüyüp vazgeçmişim, iyi ki de büyümüşüm.
Sürekli “ajansların” takip edildiği, her daim siyasetin ev işlerine karıştığı, bir ailede büyümenin etkisi midir bilinmez, hep sevmişim “ajansları” ve yaşamı takip etmeyi. Hayata kafa tutma dönemimi atlatıp da, karşımdakinin anlayabileceğinden fazla bir şey söyleyemeyeceğimi öğrendiğimden beri, “dolu düşünüp boş konuşur”, içime susarmışım bazen de.
Hayata hazırlanmaya çalışırken hayatın bazı sınıflarından atılanlardanmışım. Üniversite sınavına hazırlanırken dikkatim dağılır diye, üniversitedeyken zamanım yok diye aşık olmamışım. Bu da seçilir mi demeyin, iyi kaçarsanız bulamıyor sizi :)
Kitaptan geçilmeyen, küçük balkonundan ufakta olsa denizi gördüğüm bir evde Pazar sabahı elimde çayım, kitabımı okumanın hayalini kuruyorum, kendime döndüğümde. Yaşama hırsı ve bıkkınlığı bir araya geldiğinde ise huysuzlaşıyorum.
2 sene kadar önce üniversite eğitimim boyunca gözümde büyüttüğüm o iş kadını olmuş, kısa bir süre içinde ise tepe taklak düşmüşüm yüksek topukların üzerine. Hiç okuyamamış gibi içimde takınır, gördüğüm üniversite kapıları, öğrenci muhabbetleri, üzülürüm zamanından önce mezun olduğum okuluma. Hayal kırıklıklarım yolumdan döndüremese de yavaşlattı epey, hayalini kurduğum iş kadınının epey gerisine attı beni, ama o kadının hayalini kurduğu “Atlantis”in bir muadili bile yokmuş meğerse iş-yüzünde.
Gittiğim iş görüşmelerimde, tavsiye edilenin aksine hiç rol yapmamış, laf kalabalığı belki ama hiç yalan söylememişim. Okuldan yeni çıkmış idealist insan tavrı ve topukların üzerine düşme endişesi ile bahsetmişim kendimden; ortaokul balosundan bu yana yaptığım, özellikle de kendime yaptığım ve bir türlü takmadığım takılardan; ne zamandan beri yazdığımı bilmediğim yazılardan; üniversiteden beri çektiğim fotoğraflardan; kitapları ne kadar sevdiğimden; saygısızlığa tahammülsüzlüğümden... Sonunda, iş görüşmelerimden birinde yönetici obsesif olduğuma karar vermiş, doktorumsa her metropol insanı kadar obsesif olduğumu söylemiş, hangisi yanılıyor umursamıyorum. Sanırım bir de bu var, hiçbir vakit çok umursamadım ne düşünüldüğünü, hele de yanlış anlaşıldığıma neredeyse eminsem.
Hayatıma girmeye çalışan herkes o veya bu nedenle duvarlarıma çarpıp düştüğünde, şikayet etti, duvarlarımın kalınlığından. Bu doğru mudur, yanlış mı? herkesin bir yorumu oldu. Kızanlar kızdıklarına, takdir edenler ettiklerine pişman oldular bir zaman sonra. Ben gülümsedim.
Ben modifiye etmemiştim ki bunu hayatımda, kendimi bildiğimde böyleydim.
Sanırım tam da bu yüzden çözememiş insanların çoğu, neden bu kadar çok güldüğümü, eğlendiğimi, sinirlendiğimi, şiddetle savunduklarımı, hiçbir şeyden yetinemediğime ama buna karşın memnuniyetsiz de olmadığıma.
"-Miş"li geçmiş zamanla anlatmam garip gelebilir bazı şeyleri ama sadece “bir ben”den bahsettim size, içimde ki "bir"den. Şimdi geri çekilip izleyebiliyorum onun adımlarını, dolayısıyla o hem "ben" hem de tamamen ben değil. Budur zaman kayması gibi görünen yanılsamanızın nedeni.
Şimdi yazıyı sonlandıran içimdeki hangi ben bilmiyorum, hele bugün hiç. Beni tanıyanlar, tanıdıkları bana göre değerlendirip, gülüp “yok daha neler “ , kızıp “evet..evet...bu işte " dediklerinde ise yanılacaklar yine.
Ay Kadını'09
- Miş'li geçmiş zamanlı tüm anlatılar -ecek,-acak lı anlatımlardan çok daha sağlam olsa gerek. Hayal kırıklığına daha az garantili belki de. Küçük kız çocuğunu içinde nasıl muhafaza edip sakladığını dillendirmiş tuttuğun renkli kalem. Kendimi buldum diyemem o çocukta. Senin rengin yeşil. Huzurlu -sakin -yer yer kabaran..
YanıtlaSilBenimse tam bi rengim yok sanki. Yaprak gibi savrulmak demeyeceğim, o kadar vahim bir hüzün tablosu çıkarmak şu dönem canımı daha acıtabilir.
Zira dilimin kudreti en çok beni yaralıyor.
Aşka hiç zaman ayırmamış kadın profılını sevdim en çok. Benim aşka yarattığım hep bir vaktim vardı, bu vakitler öyle ki ağır bedellerle geri döndü. Hayata geç kaldım, Yersiz yaslar biriktirdim, kalbim kırıldı birçok kez. En çok buna kızıyorum ya avuntu değil mi hani bu, elinde kardan eser yok tek biriktirdiğin zararların. İnsanoğlu avuntusuz yaşayamaz sahi, deneyim mi yani tum bunların genel adı. Üzülme ders çıkar,, mı tum her şeyin özeti?
Ve sonra bunun adı büyümek mi ?
Büyümek çirkin tatsız acı bir şey o zaman.
Hayatının her döneminde anne babasının elleri haddinden fazla omzunda varolan -malesef hep uzak kalan onlara bir bünyeyi büyütmek tum bunların üstüne eklenince daha zor sanırım. Sevdiği şehirlere, sevdiği adamlara, sevdiği dostlarına, sevdiği her şeye uzak olarak büyümek zorunda kalmak..
Huzur: babamın dizlerine yatmak, saçlarımı okşaması.
Sessizlik: ergenlik yıllarımda saklandığım karanlık odam.
Sakinlik: Deniz'di. gitti.
Boşluk: İçim.
En iyisi susmak. Sorarsan eğer bunca laf yapan içindeki hangi SENdi o zaman diye? Bilmiyorum, hele bugunlerde hiç.
Payıma zevkle saldırıp, rolumu şahane şekilde ezbere alıyorum. Tek bildiğim bu hayat oyununda.
-Ben babamın güçlü kızıymışım..
( bu yazıyı yazdığın tarihte, hayatımda her şey yolunda, her şey yanımdaydı. Anlıyosun beni biliyorum. )
CEREN.