22 Eylül 2009 Salı

BİR BEN

Kim olduğumuzu hangi cümleler anlatır?

İş görüşmelerinde, tanışmalarda "kendimizden bahsettiğimizde" hangimizden bahsederiz? İçimizdeki hangi "kim" dir, yaramazlıkları yapan, başarıları elde eden, kızan, hırslanan,aşık olan? Ben de bilmiyorum cevaplarını…



Bir Çernobil Eylül'ü doğmuşum, bu nedenle doktorum, ne zaman şikayet edecek olsam, "siz Çernobil çocuğunuz sizin metabolizmanız normal tepkiler vermeyebilir" der, gayet ciddidir bu konuda ve çok da normal olmadığım konusunda.



Her daim yaramaz bir çocukluğun ardından, kimsenin ummadığı bir şekilde başarılarım olmuş, kendi çapımda, ki hiçbir zaman yetinmememe neden olan da buymuş sanırım. Beklenmeyeni yapmak ve her şeyi kendi yapma isteği.



İlkokulun ilk günü babasını okuldan kovan, hiç durmadan konuşan ve soruları ile herkesi çıldırtan bir çocukluğun ardından, birdenbire büyüyen bir kız çocuğu olmuşum, erkek gibi tabir edileninden. En büyük hayalim MIT’e girmekmiş sanırım; büyüyüp vazgeçmişim, iyi ki de büyümüşüm.



Sürekli “ajansların” takip edildiği, her daim siyasetin ev işlerine karıştığı, bir ailede büyümenin etkisi midir bilinmez, hep sevmişim “ajansları” ve yaşamı takip etmeyi. Hayata kafa tutma dönemimi atlatıp da, karşımdakinin anlayabileceğinden fazla bir şey söyleyemeyeceğimi öğrendiğimden beri, “dolu düşünüp boş konuşur”, içime susarmışım bazen de.



Hayata hazırlanmaya çalışırken hayatın bazı sınıflarından atılanlardanmışım. Üniversite sınavına hazırlanırken dikkatim dağılır diye, üniversitedeyken zamanım yok diye aşık olmamışım. Bu da seçilir mi demeyin, iyi kaçarsanız bulamıyor sizi :)



Kitaptan geçilmeyen, küçük balkonundan ufakta olsa denizi gördüğüm bir evde Pazar sabahı elimde çayım, kitabımı okumanın hayalini kuruyorum, kendime döndüğümde. Yaşama hırsı ve bıkkınlığı bir araya geldiğinde ise huysuzlaşıyorum.



2 sene kadar önce üniversite eğitimim boyunca gözümde büyüttüğüm o iş kadını olmuş, kısa bir süre içinde ise tepe taklak düşmüşüm yüksek topukların üzerine. Hiç okuyamamış gibi içimde takınır, gördüğüm üniversite kapıları, öğrenci muhabbetleri, üzülürüm zamanından önce mezun olduğum okuluma. Hayal kırıklıklarım yolumdan döndüremese de yavaşlattı epey, hayalini kurduğum iş kadınının epey gerisine attı beni, ama o kadının hayalini kurduğu “Atlantis”in bir muadili bile yokmuş meğerse iş-yüzünde.



Gittiğim iş görüşmelerimde, tavsiye edilenin aksine hiç rol yapmamış, laf kalabalığı belki ama hiç yalan söylememişim. Okuldan yeni çıkmış idealist insan tavrı ve topukların üzerine düşme endişesi ile bahsetmişim kendimden; ortaokul balosundan bu yana yaptığım, özellikle de kendime yaptığım ve bir türlü takmadığım takılardan; ne zamandan beri yazdığımı bilmediğim yazılardan; üniversiteden beri çektiğim fotoğraflardan; kitapları ne kadar sevdiğimden; saygısızlığa tahammülsüzlüğümden... Sonunda, iş görüşmelerimden birinde yönetici obsesif olduğuma karar vermiş, doktorumsa her metropol insanı kadar obsesif olduğumu söylemiş, hangisi yanılıyor umursamıyorum. Sanırım bir de bu var, hiçbir vakit çok umursamadım ne düşünüldüğünü, hele de yanlış anlaşıldığıma neredeyse eminsem.



Hayatıma girmeye çalışan herkes o veya bu nedenle duvarlarıma çarpıp düştüğünde, şikayet etti, duvarlarımın kalınlığından. Bu doğru mudur, yanlış mı? herkesin bir yorumu oldu. Kızanlar kızdıklarına, takdir edenler ettiklerine pişman oldular bir zaman sonra. Ben gülümsedim.
Ben modifiye etmemiştim ki bunu hayatımda, kendimi bildiğimde böyleydim.



Sanırım tam da bu yüzden çözememiş insanların çoğu, neden bu kadar çok güldüğümü, eğlendiğimi, sinirlendiğimi, şiddetle savunduklarımı, hiçbir şeyden yetinemediğime ama buna karşın memnuniyetsiz de olmadığıma.



"-Miş"li geçmiş zamanla anlatmam garip gelebilir bazı şeyleri ama sadece “bir ben”den bahsettim size, içimde ki "bir"den. Şimdi geri çekilip izleyebiliyorum onun adımlarını, dolayısıyla o hem "ben" hem de tamamen ben değil. Budur zaman kayması gibi görünen yanılsamanızın nedeni.



Şimdi yazıyı sonlandıran içimdeki hangi ben bilmiyorum, hele bugün hiç. Beni tanıyanlar, tanıdıkları bana göre değerlendirip, gülüp “yok daha neler “ , kızıp “evet..evet...bu işte " dediklerinde ise yanılacaklar yine.




Ay Kadını'09




12 Eylül 2009 Cumartesi

KAN NİYE AKAR Kİ?


Son hikayesini yazmıştı. Kalemini masaya bıraktı, ellerine baktı, elleri halen annesinin cansız bedenine bakan çocuğun elleriydi; kanlı, nereye sığacağını bilemeyen.

Annesi öylece yatıyordu yerde, sere serpe, eteği kıvrılmış bacakları gözüküyordu, oysa ne ağır kadındı. Uzanmazdı kimsenin gözü önünde, eteği de normalde hiç açılmazdı. Karnındaki kana iki elini bastırmış öylece yatıyordu. Oğluna bakıyordu, gülmek istiyordu, olmuyordu. Karnındaki kandan süzülüyordu sanki hayat.

Ufacık bir oğlan çocuğu ayakta durmuş, sere serpe yatan annesine bakıyordu; anlam veremiyordu olanlara. Kan neydi ki? Neden akardı? Düşmeleri geldi aklına, dizlerinin kanaması, kendi hiç böyle yatmamıştı. Düştüğünde canının yandığını anımsadı bir an, ağlamaya başladı. Annesinin parmakları arasından kanlar sızdıkça, O’da annesinin saçlarını okşuyordu. Bir yeri acıdığında annesi böyle yapardı hep, O’da hemen gülümserdi, annesi neden gülmüyordu? Yoksa bu oyunu unutmuş muydu?

Bilmiyordu, anlamıyordu olanları.

Çok ses vardı, etrafa ışıklar düşüyordu; kibritler yağıyordu sanki başından aşağı. Korkuyordu. Annesinin erkeğiydi ama o, babası gidip de dönmediğinden beri annesi böyle derdi, erkekler korkmaz derdi.

Bir an bir gülümseme yayıldı annesinin yüzüne, güldü oğlan çocuğu,acısı geçmişti annesinin, direnmiyordu bedeni artık. “Annee!” dedi, cevap gelmedi. Gülümsüyor ama cevap vermiyordu annesi. Ayağa kalktı oynamaya başladı çocuk, annesi bu sefer kesin bir şey yapacaktı. Ayağı annesinin yeleğine takıldı, avuçlarına bastı annesinin ufacık ayaklarıyla. Eğildi ellerini öptü canının acısı geçsin diye, özürler diledi. Oysa can kalmamıştı.

Sarıldı annesine, burnunu göğsüne gömdü,arkadaşları ile yaptıkları yaramazlıkları anlattı, “Bir daha yapmayacağım anne, küsme, söz veriyorum!” dedi. Burnunu çekti. Annesinin karnından artık akmayan kana elledi. Ellerine bakarak kaldı öylece, “kan niye akar ki?” diye düşündü, ya da “neden akmaz?”.

Otuz yıl geçmişti, elindeki kanın anlamını bilmeyen çocuk halinin üzerinden.Otuz yıl; yetim yurtlarından askeri kamplara. Yazarak geçirmişti bu yılların çoğunu. Annemin akamayan kanını yazacağım demişti; akamayan kanını, açılan bacağına bakarken nasıl utandığımı, ellerimdeki kanı yüzüme sürüşümü; otuz yıl, çalar saat sesinden bomba diye uyandığımı, hiçbir kadına dokunamadığımı, hiçbir cenazeye gidemediğimi yazacağım.

Otuz yıl sonra hikaye bitmişti işte. Ve elindeki kalem ile silah aynı anda düşmüştü yere. Göğsündeki kana baktı, iki eliyle yaranın üzerine bastırdı. Sanki halen ellerinde annesinin kanı vardı.

Masumiyetleri kirletilen tüm çocuklara…


Ay Kadını'2008-2009

ACEMİ KADIN


Bir gitar teline takılı kalmıştım ki, çıkmaya çalışırken şarap kadehinin içine düştü gözlerim; arkamdan beni izleyişini bilmezlikten gelip çıkmaya çalıştım kadehten, teller boynuma dolandı.

Es vermeden vurmaya başlayınca içimdeki kırmızı parça, en olmayacak yerde ve zamanda, gözlerimi kurtarmak için sırf , yeminimdir, içtim o şarabı ve peşinden dolanları.

Dudağının kenarında oluşan küçük oyuk ile başladı her şey, itirafımdır, orda düştüm rüyanın içine; ve ilktir farkına varmam kadınlığımın böylesine.

Merakımdan çıktım kadehimden ve daldım votka kadehinin dibine; oysa votka yalancıdır, buruktur tadı, emek yoktur şarap gibi ya, bilmedim,bilemedim, acemi kadınlığımdan olsa gerek, duyumsayamadım yasak gelişini ve her rüyanın uyandığında bitişini.

Ay Kadını' Üzüm hasadı



Resim : Mitolojide yer alan Psyche ve Eros hikayesini temsilen William Bouguereau tarafından yapılmıştır.