Bir sarsıntı aldı bedenimi
Sarsıntı ile geçmeliydi her şey
Geçmedi
Elimle sildim burnumu, olmadı
Beyaz, kenarı oyalı bir mendil çıkardım sonra
Lekelendi mendil
Kara oldu kenarları
26.04.09 Ay Kadını
Ay, ışığında saklanır.
Bir sarsıntı aldı bedenimi
Sarsıntı ile geçmeliydi her şey
Geçmedi
Elimle sildim burnumu, olmadı
Beyaz, kenarı oyalı bir mendil çıkardım sonra
Lekelendi mendil
Kara oldu kenarları
26.04.09 Ay Kadını
MEÇHUL BİR DURAK
Güzel bir akşam üstü. Hava yeni yeni kararıyor. Gökyüzü pembe mavi bir ebruli misali, saat 7 civarı, otobüs bekliyorum. Hava sıcak, otobüs gelse artık ve devam etse bu koşuşturma. Beklemek ağır geliyor, koşmak beklemekten daha az yorucu sanki bu şehirde.
Tam arkamda yaşlı bir teyze, yorgun bedeni “gel artık” diyor otobüse. Çok geçmeden otobüs geliyor , teyzeyi önüme geçiriyorum, otobüse biniyor. Yerine otururken de bir “offf” çekiyor.
Karşısına oturuyorum yol uzun. Kafasını otobüsün camına dayıyor, gözlükleri ağırlık yapıyor sanki yüzüne. Yüzü, gözlerindeki mana uykuya doğru yaklaştıkça daha bir eğiliyor yere. Yüzündeki çizgilere takılıyor gözlerim, her geçtiği yolun gölgesi kazınmış sanki yüzüne. Ruhuna iz yaptığından belki de yolları sevmediğini belli ediyor, ara sıra açtığı gözleriyle “daha ne kadar kaldı?” diye sorarak. Elleri, unutmak istermişçesine yaşananları, yazgısız; buruşmak isterken cesaret edememiş ve orta bir yerde kalakalmış çizgileri sanki.
Otobüsün freni ile irkiliyorum. Yol bitmiş... Otobüs boşalıyor, teyze ben onu düşünürken çoktan gitmiş. Oturduğu koltuğa bakıyorum, hayatımızdan kaç kişi biz onu düşünürken, düğmeye basıp, meçhul bir durakta iniyor düşünüyorum. Anlamsız ama bir o kadarda acı bir gülümseme yayılıyor yüzüme.
Gökyüzüne kaldırıyorum başımı, masmavi olmuş, havada hafif bir esinti. Gülümsüyorum.
Bir Pazar daha bitiyor , bu anımı yazarken ve Ağustosun bitmesini bekliyorum dört gözle. Eylül gelse artık (Eylül sevenlerdenim ben, Eylül çocuğu olduğumdan belki de...) hafif hırkalarımızı giysek; esintiden ürperirken birer çay içsek boğazda; İstanbul’un o bitmeyen festivalleri, söyleşileri, sergileri başlasa. Beklemek yakışmıyor bu şehre, koşmaya başlasa yeniden, hepimiz birer birer kaybolsak sokaklarında ve kaybetsek sokaklarını her geçişimizde. Meçhul duraklarında, tanımadığımız insanlarına gülümsesek yanımızdaki insanları tanıdığımızı sandığımız ve onları yabancı saydığımız yanılgısıyla.
Haftadan Not: Milliyet Sanat’ın Ağustos ayı hediyesi olarak “Les estinées Sentimentales / Alın Yazısı” adlı filmle karşılaştım, izlerken (ve izledikten sonra) gerçekçilikten çok, aşırı duygusallık üzerine kurulu bir film olarak değerlendirsemde, harkulâde değil ama izlemeye değer bir film olduğunu düşünüyorum. İlgililere duyurulur :)
Güzel pazarlar,
Tuğba Makina
“I am because we are” Madonna’nın öncülüğünde Malawi’de yaşayanların , özellikle çocukların yaşamını anlatmaya çalıştığı başarılı bir belgesel.
Çocukların büyük kısmı ailesini yaygın olan hastalıklar tifo, kolera ya da AIDS nedeni ile kaybetmiş, çocukların da büyük bir çoğunluğu AIDS hastası ve bu çocuklar ailelerini kaybettikleri için yetimhanelerde yaşıyorlar. Ülkede gelir kaynakları çok kısıtlı ve görüldüğü kadarıyla birçok Afrika ülkesi gibi inanılmaz bir fakirlik içinde. Erkekler kazanabildikleri ile alkol alıyor, çocuklar sokaklardaki lağımların içinde oyun oynuyor, AIDS ile yaşanabilmesi için gerekli olan ilaç yoksulluktan alınamadığı için çocuklar aileleri gibi ölümü bekliyorlar. Tahmin edersiniz ki suç ve fuhuş oranı çok yüksek ; daha fazlası için belgeseli izlemek ve birazda araştırmak lazım. Fakat belgeselin sonunda verilmeye çalışılan bakış açısı oldukça ilgi çekici ve kanımca en güzel yeri; “sen istemezsen kimse sana yardım edemez” üzerinden buna kendi güçleri olduğunu söylüyorlar. Kurban psikolojisinden çıkıp yardım istemek yerine bir şeyler yapmaya çalışmamalılar, elbetteki bu çok zor fakat gelen yardımlarla dirilmeleri bence zaten imkansız. Çünkü gelen yardımların diriltmek değil, “hasta olarak” yaşatmak için olduğuna inanıyorum.
Belgesel boyunca buraya yapılması gereken yardımlardan bahsediliyor, Madonna bazı yardımlar yapıyor, sonunda gülen yüzler “I am because we are” diyorlar peşi sıra. Yardım edilmesi gerektiğinden bahsediyorlar, tıpkı diğer “yardım kuruluşları gibi” kameralar açıkken yardımlar toplanıyor, yapılan yardımlar kare kare fotoğraflanıp arşivlere konuluyor; mutlu insanlar var her bir karenin içinde. Aynı ülkeler insanlara hem AIDS'li iğne hem ilaç dağıtıyor, aynı bölgeye hem silah hem barış kuvveti gönderiyorlar, fuhuş için yasalara göre “çocuk” olanları toplayanlarla buna karşı savaş açanlar aynı. Bu yardımlar zihnimde iyi niyetten çok Marshall yardımını çağrıştırıyor ve merak ediyorum kameraların ışıkları söndüğünde bu insanlar halen mutlu mu?
Iyi pazarlar, sorularla dolu günler dilerim...