26 Temmuz 2010 Pazartesi

KELEBEK ZAMANI

Temmuz geçti gitti bile, Ağustos geliyor şehre ama iki yaz ayını toplasanız, bir Ekim yapmıyor etkinliklerin ahengi açısından. Yaz aylarının kokusu başka oluyor İstanbul’da, zaten aidiyetten uzak olan şehir garip bir rehavet halinde savuruyor içindekileri.

Hiç mi bir şey yok ki demeyin şimdi; var tabii hem de büyük organizasyonlar. Fakat yazın şehir o kadar dağınıkki, ya istediklerinizle o ortamı paylaşamıyor yada organizasyon sırasında siz gidemeyecek yerlerde oluyorsunuz.

Caz Kokusu

Temmuzda Buika performansı ile biten Jazz Festivali vardı ki, tatil planımla çakıştığı için beklediğim çoğu etkinliğe katılamadım yazıkki. Grace Jones’un harika sahne şovları ve güçlü sesi, Seal ve illa ki Jazz vapuru festivalin en gözdeleriydi, Buika’yı da es geçmemek lazım tabii.

Opera Şehre İndi

Saraydan Kız Kaçırma, Zaide, Fatih Sultan Mehmet , Köroğlu operaları ile bu yıl DenizBank sponsorluğunda ilki düzenlenen organizasyon, eleştirmenlerden iyi not almasada, beklenenden fazla ilgi gördü.
Organizasyonun gözdesi Saraydan Kız Kaçırma’nın biletleri satışa çıktıktan kısa süre sonra tükendi.

Yalnız, benim organizasyonda anlam veremediğim bir yan vardı; İstanbul’da zaten belli bir opera kitlesi var, böyle bir organizasyon düzenlenirken, “şehre inmesi”ndeki mana bu kitlenin dışındakileri çekebilmek olmalı fakat bunun için tek yapılan bol reklamdı; ne bilet fiyatları ne de organizasyon mekanları her zamanki opera konsepti dışındaydı. Umarım organizasyona doğru reklam-organizasyon stratejileri ile devam edilebilir ve opera festivali olarak devamı getirilebilir de şehre güzel bir festivalde daha eklenmiş olur.


AkSanat yaz aylarında da kapanmıyor

21 Temmuz’da Aksanatta 29. Günümüz Sanatçıları İstanbul Sergisi açıldı. Sergide, Nermin Adanır, Tansu Akmansoy, Hasan Salih Ay, Müge Bilgin, Sibel Horada, Gülderen Depas, Ferit Furuncu, Aslıhan Özdemir, Emrah Şengün, Ayşe Topçuoğulları, Deniz Üster’in eserleri yer almakta.

Akbank 7. Kısa film festivali başvuruları başladı, başvurularda 4 Aralık 2010 son tarih.

Rumeli Hisarında tiyatro

Zincire Vurulmuş Prometheus, “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, Ruhr 2010, Stiftung Zollverein ve Atina Festivali’nin ortaklığında gerçekleşen PROMETHIADE projesi kapsamında, İstanbul 2010 Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliğinin yapımcılığında Uluslararası alanda üne sahip Theodoros Terzopoulos yönetmenliğinde”* , Yetkin Dikinciler ve Türk – Yunan oyunculardan oluşan kadrosuyla 26-27-28 Ağustos tarihlerinde, Atina festivalinden sonra sadece 3 oyun için Rumeli Hisarında olacak.

Konserler

31 Temmuzda Kozzy ile Natalie Cole, True Blue Loca’da yalnızca 8 kişiye şarkı söyleyecek, bilet fiyatları dudak uçuklatacak cinsten; biletixde bilet fiyatı 1,575.00 TL.* Konser performanslarını çok merak ediyorum açıkçası.

Turkcell Kuruçeşme arena konserleri 28 Temmuz – 7 Ağustos arasında gerçekleşecek. Benim seçtiklerim, Anadolu Ateşi ve Funda Arar.

Sinemaya can gelmiyor

Suçu DVD’lere mi atmalı (bizi filme doyurdular), yoksa krizlere mi, emin değilim ama sinema sektöründe yolunda gitmeyen bir şeyler var. Gelen filmlerin hepsi birbirini tekrar eden nitelikte. Yeni bir bakış açısı, yeni bir çekim barındıran bir tek film gözükmüyor; vampirler, dünyayı kurtarmaya çalışan iyi insanlar ve aşıklar... hep sonu tahmin edilebilir şekilde karşımızdalar. Konuları geçtimde, konular öyle bir film haline getirilseki bizde “işte bu” desek keşke.

Alacakaranlık kuşağı devam ediyor, serinin 3. filmi olan Tutulma (Eclipse), temmuz başında gösterime girdi, çıtır çerez niyetine bir film serisi bu vampir efsanesi, “aşk her koşulda” diye diye üç bölümdür aynı şey etrafında dönüyor.
Leonardo Di Caprio’nun başrolünde oynadığı Başlangıç (Inception)’ın eleştirileri oldukça iyi yönde, bilim kurgu – aksiyon tarzındaki filmin IMDB’deki notu 9.3/10.
Büyük Hata (Chloe) , ABD – Fransa- Kanada ortak yapımı olan, Julianne Moore’un başrollerinde oynadığı, gerilim – dram türündeki film 2009 yapımı olmasına rağmen gösterime yeni düşenlerden.

Yaz zamanı bana ne yapsam yetmiyor, etkinliklerin yoğunluğunun azlığına inat içimdekiler daha çok şey görmek istiyor. İçimde kelebekler mi var ne :)

Keyifli günler dilerim.

Tuğba Makina

* Biletix etkinlik tanıtımından alınmıştır.
*Diğer kategori fiyatları 60-150 TL arasındadır, fiyatın âfâkiliği yüzünden yazı içinde yalnızca loca fiyatı verilmiştir.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Siz Hiç Yunus Diye Bir Şey Duydunuz Mu?


Uzunca bir süredir, sizde “Siz hiç yunus gördünüz mü?” yazan ya da en büyük akvuryama sahip olduğu ile övünen afişler görüyorsunuzdur her yerde. Yunuslar, balinalar ve diğerleri... o akvaryumlara konulabilmek için ses dalgaları ile kandırılarak bir havuza ya da sahanlığa çekiliyor ve ardından eğitmenleri tarafından seçilenler, hunharca yakalanarak ait oldukları (!) akvaryuma götürülüyorlar.

Neden?

Ee görmek lazım çünkü onları da, ee ama çok da yorulmadan görsek, neyse parası veririz canım, hem çocuklarda görmüş olur doğada neler olduğunu. Görsünler tabii, görün tabii, bakın bakabildiğiniz kadar, çünkü çok da uzun olmayan bir süre sonra, sayemizde ait oldukları yerde ,doğada, olmayacaklar.

Bu balıklar toplu intihar ediyorlar. Çünkü beraber yaşadıkları canlıları birileri seyirlik olsunlar diye, yanlarından alıyor.

Bunlar bize duyurulanlar, duymadığımız kısmın daha büyük olduğuna şüphem yok. Aynen terörist saldırılarda ölen asker sayısı gibi küçültülerek söylenebiliyor olanlar. Neden durmuyor, durdurulmuyorlar peki?

İktisatçılar ve siyaset bilimciler çok daha yakından tanır bu senaryoyu. Erk sahibi (bunun için Mahir Kaynak’ın sevdiğim bir tanımlaması vardır - gezen iktidar: bu iktidar belli bir zümre ırk veya başka bir ayrıma değil ortak amaca hizmet edenlerden oluşur) piyasayı ve piyasanın asalaklarını kendi üretir ya da üreyeni merkez kaç kuvvetiyle etkiler. Ülkeler menfaatleri gereği hiçbir pisliğe sesini çıkarmıyor zaten, bu konuda hiçbir milletin ülkesinden ümidi yok sanırım, peki ya Greenpeace , Unicef ... tarzı çok uluslu sivil toplum kuruluşları (-ki ben bunlara hatır kuruluşları diyorum) ? STK’ların işlevi devletlerin yetişemediği yerlerde sivil hayatı ve toplumsal düzenin işlerliğini korumak değil miydi?

BP ’ nin pazardan silinmesi gerekliliğine inanan birileri ortaya çıkana ve katlettiği hayvanların haberinin yayınlanmasına sebep olana kadar, nerdeydiler peki? Neden seslerini daha çok yükseltmediler zamanında?

Doğal Hayatı koruma fonları/dernekleri nerdeler? Nesilleri tükenen hayvanları listeliyor ama doğal hayatından koparılmasına engel olmuyorlar.

STK’lar, yardım fonları, kulüpler... merkezkaçın çekim etkisi midir? Tavşan ve tazı oyununun masum (!) oyuncuları olduklarından mıdır? Bilinmez , yaptırım uygulatmayacak kadar konuşuyorlar. Bu kadar büyük bir kitleye sahip kuruluşlar, ki bir ülke parlementosunda bu kadar insan yok, nasıl bu kadar sessizleştirilebiliyor? Oda ayrı bir ironi tabii.

İşin birde psikolojik ve sosyolojik boyutu var

Her şeyi sanal aleme teknolojinin gelişimine yoranlar, bu tarz olaylara da eleştirel gözle baksalar keşke. Her istediğini alma, hapsetme, istediği gibi sergileme, bir canlıya cebir uygulama, onu hayat alanından koparmanın normal olduğuna inanan ve bunun özgürlüğü olduğunu düşünen bir insanlık büyüyor. Bir yunusu zorla bir akvaryuma hapsetmekle, bir insanı alıp bir yere kapatma arasında hiçbir fark yok.

“Yapılacak bir şey yok madem, düzen bu, biz mi düzeltebileceğiz” diyebilirsiniz ama ben bu tarz etkinliklere katılmayarak bu ticaretin karının eritilebileceğini, bu pazarın yok edilemese bile küçültülebileceğine inanıyorum. Bu ticaret artar ve doğal hayatından koparılan hayvanlar üzerinden ticaret yapılmaya devam edilirse, “Siz hiç yunus gördünüz mü?” yerine “Siz hiç yunus diye bir şey duydunuz mu?” yazıları okumak zorunda kalacak dünya.

Tuğba Makina'10